Uzandı boylu boyunca yatağa ve kulağını bütün parasını verdiği, yetmeyip ödemelerin bir kısmını taksite çevirerek yaptığı yatağına dayadı. Kalbini dinledi. Gecenin sessizliğinde dinlediği hayatın ta gerçek sesi iken hayatını gözlerinin önüne bir şeride bağlayarak getirdi. Uzak zamanlar önce doğmuştu O. Gençlik ve yaşlılık arasındaki orta yaş dönemlerindeydi ve yaşadığı hayattan ötürü gençliğinden çok uzakta, yaşlılığını ise düşünmeden yaşıyordu. Günü ve gecesi yalnızca işti onun için. İşten geriye kalan zamanlarda da hayatını devam ettirmek adına biraz yemek yiyordu, yemeğe katık da iki bardak su içiyordu. Bir yakın doktor arkadaşı demişti, üç öğün yemek yersen ve iki bardak su içersen senin gibi bir adam için çok iyi olur, diye. Bizimki de duruma hay hay deyip, yemeklerine katık su içiyordu.
Uzaktan bir “lub” ve “dub” sesi geliyordu yatağına başını koyduğunda, önce bir “lub” sonra da bir “dub” şeklinde birbirini ardına duyulan bu seslerin anlamını düşünerek ve lanet olası dediği, günde iki paket içmeden elinden bırakmadığı sigarayı canı çekerek düşledi hayatında olup biteni.
Güzel bir gün geçirmişti, işte terfi alacak kıvama gelmiş ve nihayet kendini olmak istediği yerde bulmak üzereydi, bu durumu düşündü. Koca dünyaya hakim insanların çıkardığı tek gerçek olan sesi, merak edip birbirlerinin doğumlarını ve ölümlerini gözleyen; bununla da yetinmeyip uzayda kendinden başka canlılar arayan o insan ırkının çıkardığı tınıyı düşledi.
Ne kadar asil dedi, ne kadar asil ama bir o kadarda çaresiz bir ses. Sonra kulağını yatağına daha bir bastırarak olup biteni düşündü. Kanını; kanın vücuttaki akışını düşündü. Dışarıda sonbaharın ilk günleri, hafif bir rüzgar sesine katık kanının bütün insanoğlu-kızı ayırt etmeden, bütün bedenlerde süzülüşünü. Bir yerde okumuştu, kuruyan göller ve nehirler için her metre kare başına 100 adam öldürmek ve kanlarını oraya akıtmak gerektiğini. Yine okuduğu kitapta böylece kuruyan göllerin kanla dolup eski günlerine dönebileceği, fakat insanoğlu-kızı fark etmeden bu gölleri de istisnasız kurutacağından bahsediyordu.
Acımasız dedi Dünya ve tek gerçek olan kısım ise kalp sesleri. Uzaklardan bir anıyı çağırdı gözlerinin önüne, uzak zaman önce doğmuştu ya, çocukluğu geldi gözünün önüne. Annesine, babasına bir daha baktı. Ne kadar genç ve güzeldi annesi, babasının ise çirkinliği ve bu çirkinliğine rağmen duruşundaki asilliğe baktı. Sahi ya galiba onlar yaşlarında olmalıydı şimdi ve onu düşleyecek hiç bir çocuğu yoktu, büyütüp beslediği. Kendi evinde, kendi yatağında, kendinden haberi varmış gibi yaşıyor ve aslında yaşadığını ise biraz önce duymaya başladığı o malum seslen fark ediyordu. “lub” ve “dub”; hayatın gerçek sesleri dedi içinde ve bu yaşına kadar yapamadıklarını düşledi. Sahi ya o sesler bir gün kesiliyordu deyip kalktı, bir sigara yaktı ve küllerini de yatağının üstüne attı.
Hayatın içindeyken kendini gizlediği küller içinden, yatağın üstüne düşen küller bir arada öylece etrafı izledi durdu. Ayna uzağında değildi ve aynaya baktı. Uzun zamanlar önce doğmuştu, kendinden haberi varmış gibi yaşıyor, kendi aldığı evde, kendi yatağına sigarasının küllerini döküyordu. Bir anda içinde üşüme hissi duyan insanlar gibi önce ürperdi ve sonra da bir çırpıyla silkelendi. Ağzından iki çift kelime çıktı. “lub” ve “dub“.
Trajikomik detay...
Güzelim Türkçemizin dil kurallarıyla ilişiğini kesmiş, "selam,merhaba,nasılsın" gibi kelimeleri kurarken "SMS" kalıplarına,kısırlığına kapılarak kendini "slm,mrb,nslsın" şeklinde ifade etmiş, IP adresi'nin kaydını tuttuğum halde sanal alemin verdigi "Beni nereden bulacak? - ki bulunuyorsun merak etme! -" rahatlığından bizim Özer'e küfür,hakaret etme gazına erişmiş, bu gazı bünyede dolandırırken bunu bile adam gibi yapamamış her bireyin yorumları özür dilenerek büyük bir keyifle silinir... Yorumların hepsini yeni bir mektupla buluşmuş gibi keyiflice okurum... Belki de "Trajikomik detay"da ki en olumlu sözüm de bu olmuştur...