“Gelecekten kaygın varsa, aynadan uzak dur!” diyen tuhaf bir bayanın pürüzsüz tenine baktım bir koca gün. Ağız hareketleri ve ağızdan çıkan kelimelere uygun hareket etmeye çalışan küçük bir burnu vardı bayanın. Sonrasında da dolu dolu bakan gözler ve ince ÅŸerit çekilmiÅŸ düzenli kaÅŸlar gözüme iliÅŸti… Saçlar mı? Saçlar umurumda deÄŸildi. Gerçekten gelecekte o saçların ne hale geleceÄŸinden bihaber derin derin baktık birbirimize… Lafı gediÄŸe oturtanlar, gediÄŸin etki-tepki prensibinden bir haber olurlarsa gelecek anlamsız olurdu, bunu ikimiz de dile getirdik. Ayna mı? Aynanın odak uzaklığı seni sonsuzda gösterirken, ayaklarının yere bastığı Dünya‘nın, evren denilen sonsuzluk hüznesinde öylece durduÄŸundan tereddüt ettik. Bu tereddüdün getirisi olarak kimse kimsenin ayaklarını yerden kesemezken, inanılası güç durumları da yukarıya havale edip yaÅŸamaya tercih edenlere güldük. Kısa günün karı olarak yanda gelen, evde özveriyle hazırlanmış fındık ezmeli ekmek ortadan ikiye bölündü ve biz paylaşımı konuÅŸtuk. Dile gelen yanları ağızda, her bir kelime un eleÄŸinden geçirilip havalı ÅŸekilde çıkınca, bizde kalanları un fabrikasında diyerek; el iÅŸaretleriyle, beden diliyle ortaya sürdük. PaylaÅŸtık.
Sonrasında birbirini tanımayan iki insanın tuhaf günlüğe yazılası sözler söyledik. Bu söyleyiÅŸ “bir kelime sen söyle, ikinci kelimeyi de ben” ÅŸeklinde ilerlerken fark etmeden de cümleler kurmaya baÅŸladık. Uzattık o anı. Hani evren dedik, uzaya sonsuzluk dedik ve ayaklarımız yere basıyoruz diye böbürlendik. İşte o an geldi, biz o atmosfere yalanarak zamandan bahsetmemeyi istedik. Tuhaf bir isteÄŸin ağızdan çıkmayan haliydi bakışlar ve gözler süzülerek saate iliÅŸince bunu fark edip muzurca gülümsedik. Hayat etrafımızda olup, bitenleri; yok olup, var olanlarıyla beraber yanı başımızda süzülürken, bizler kapı mandalı olduk. Arada bir yaÄŸladık birbirimizi. “Sizde de mi öyleler, hadi canım…” gariplikleri sevimlice türettik sonra. Acayip bir kapı ve onun mandalları olarak, dış dünyaya kapadık kendimizi. İçten gelir ya her ÅŸey dedik. Oturduk ve bir nikotin bağımlısı olan çift gibi birbirimize sigara uzattık ve bu davetkar uzatışı yaparken, acaba içmiyor mu, tedirginliÄŸine düşmedik. Sigaranın dumanına baktık. Dumanın arkasında birbirine bakan iki göz ve birbirlerini fark edince açılan iki kaÅŸ görüntü diÄŸer bir fotoÄŸrafta asılı kaldı öylece ve biz o fotoÄŸrafta kalmak istedik. KeÅŸke her ÅŸey bir kamera ÅŸakası olsaydı ve keÅŸke bu kameranın ÅŸaka kısmında deÄŸil, kayıt ediyor olan kamera kısmında öylece kalsaydık, birbirimize baksaydık. KeÅŸkesiz bir hayatta yan yana dursaydık.
Zaman geçti… Uzun uzadıya giden hayatın garip sesleri türetildi sonra… Alo… Ses geliyor mu? Duyamıyorum da… Aloo… Çekmiyor galiba…
Trajikomik detay...
Güzelim Türkçemizin dil kurallarıyla ilişiğini kesmiş, "selam,merhaba,nasılsın" gibi kelimeleri kurarken "SMS" kalıplarına,kısırlığına kapılarak kendini "slm,mrb,nslsın" şeklinde ifade etmiş, IP adresi'nin kaydını tuttuğum halde sanal alemin verdigi "Beni nereden bulacak? - ki bulunuyorsun merak etme! -" rahatlığından bizim Özer'e küfür,hakaret etme gazına erişmiş, bu gazı bünyede dolandırırken bunu bile adam gibi yapamamış her bireyin yorumları özür dilenerek büyük bir keyifle silinir... Yorumların hepsini yeni bir mektupla buluşmuş gibi keyiflice okurum... Belki de "Trajikomik detay"da ki en olumlu sözüm de bu olmuştur...